| Posta

EVCİL ARILAR

Yavuz Kocaömer Posta

İsterseniz önce Berna Belgin’i tanıyalım. Bugün 33 yaşında olan Berna. 19 yaşındayken geçirdiği trafik kazasından sonra uzun süre yaşam mücadelesi verip, omurilik felçlisi olarak hayatını devam ettirmek zorunda kalmış. Türkiye’nin engelli olarak ilk dalgıç brövesine sahip ve ‘Farklı Bedenlerle Dans’ grubunda modern dans yapıyor. Engeline rağmen İktisat Fakültesini bitirmiş, İtalyanca ve İngilizce biliyor. Ama en önemlisi, hayata sıkı sıkıya bağlı. O kadar ki, bazı engelliler derneklerinde görev alan ve kendileri engelli olmayıp da bu konuda bir şeyler bildiklerini zanneden kişilere göre, “Engelini henüz kabul edememiş” diye adlandırılan bir kişi. Neden? Çünkü Berna çok aktif. Hayata sıkı sıkıya bağlanmış. Erenköy’de oturduğu evinden her gün çıkıp tek başına deniz otobüsüne biniyor, Bakırköy’deki yüzme havuzuna gidip akşam geri dönüyor. O sıcak yaz günlerinde sağlam insanların bile üşeneceği, yapmaktan kaçınacağı bir davranış. Bununla da kalmıyor, her hafta Super Sport’ta benimle birlikte ‘Cesur Yürek’ programını sunuyor. Bir yandan lisan kurslarına devam ederken, hiçbir şeyden geri kalmıyor. Şimdi tekerlekli sandalye tenisine başlamak üzere. Hep şunu söylüyor: “Ben kendimi engelli olarak görmüyorum. Çünkü her şeyi yapabiliyorum. Ayrıca, hiçbir zaman da inancımı yitirmedim.”

Bunları neden yazdık?

Bana ara sıra deneme şeklinde hikayeler, şiirler de yazıyor. Aşağıda okuyacağınız öykü ise gerçek:

Eskiden misafir anlamını ilk fark ettiğimde kavanozdaki esmer şekerimi ziyaret ediyorlardı. Esmer şekerin yanında duran toz şekere ise hiç kanat çırpmayıp, illa ki esmer şeker kavanozuna gidiyorlardı… Sonraki gün bir de baktım, taze pişmiş reçelin fayansa damlayan tüm damlalarını vakumlamışlar. O da yetmemiş, çay tabağındaki reçeli de bitirmişler. Evdekiler onlardan biraz çekinse de, ben taa yedinci kata, bizim mutfağımıza gelen arı dostları aç bırakmak istemedim. Her gün, özellikle onlara ikram edecek bir şeyler bıraktım mutfakta. Evimize gelen arıları gün gün izlerken, onları konuk etmenin memnuniyeti biraz da üzüntüye dönüştü. Biz ki Yahya Kemal’in “Erenköy’de Bahar” adlı şiirini yazdığı o eski zamanların yeşil semtinde oturuyoruz ve bu arıcıklar, ne bahçe, ne de çiçek bulamayıp, mutfağımızdaki şeker ve reçeli bala dönüştürmek için bizim yedinci kattaki evimize geliyorlardı.

Eşek arısı değil!

Arılar biz insanlar gibi değil, öyle uyumlular ki… Bizim mutfak ziyaretlerinde kavga ettiklerini hiç görmedim. Babam eşik arası olduklarını söyledi. Geçen sabah aceleyle evden çıkarken bir şeyler atıştırmak ihtiyacı duydum ki bir de ne göreyim? Benim arkadaşlardan biri, akşamdan dibinde bir iki parmak meyve suyu kalan bardağın içinde çırpınıyor. Hemen bir peçede uzattım ona, kurulandı ve uçtu gitti. Onu kurtarmış olmanın sevinciyle çıktım evden. Yorucu bir gün geçirip eve döndüğümde oldukça uykum vardı ama hoş beş derken bayağı geç yattım. Yattım yatmasına da bir türlü uyku tutmadı, bir o yana bir bu yana döndüm olmadı. Neredeyse sabah oluyordu, mutfağa gidip bir şeyler atıştırmak düşüncesini savmaya çalıştım kafamdan, çünkü sandalyeme geçeyim filan derken benim uyku iyice kaçacaktı. Yine de kalktım. Biraz soğuk su içip mutfaktan çıkarken gözüm meyve suyu şişesine takıldı, içinde bir hareket vardı. Bir de ne göreyim, aksilik bu ya, bizimkilerin kapağını açık unuttukları şişeden içeri giren dört arı çırpınıyorlar. Normalde akşamüstü yuvalarına döndüklerini düşünürsek, 10-12 saattir oradaydılar. Hemen yayvan bir kaba döktüm meyve suyunu, onları kurulama bezinin üstüne aldığımda daha iri yapılı olan ikisi iyi durumda idiler ama diğer ikisine daha dikkatle bakınca kanatlarını açamadıklarını fark ettim. Hemen fincana bir parmak su koyup, onları içine alıp duş yaptırdım. İki arıyı tekrar kurulama bezine alırken, iyi durumda olan arılardan biri bileğime çıktı. Onu yavaşça itmemle olan oldu. Ona bir zarar vereceğimi sanıp iğnesini batırdı bana. Tüm olayı gördüğüm için canım fazla yanmadı. Kızamadım da çünkü bu onun doğasında olan bir şeydi. Saatlerdir çektiklerinden sonra, o can havliyle, nereden bilsin iyi niyetli olduğumu… Kolumun kaşınıp şişmesinden öte, görevimi yapmış olmamdan ötürü fazlasıyla mutluydum. Saatlerce çırpındıktan sonra kurtarabilmiştim dördünü de. Bu sefer de ‘İyi ki uykum kaçtı’ dedim. Diyeceğim o ki benim misafir arıların yaşama içgüdüsü gecenin o saatinde beni yatağımdan kaldırıp kendilerine yardımcı olmaya davet etti. Hepimizin yaşamında da böyle şeyler olmuyor mu? Çözüm için güçlü bir istek duyuyorsak, boğuluyor olsak bile bir el uzanıyor. Yeter ki umut olsun içimizde… Aman peçetelerimizi hazır edelim, her an birbirimize ihtiyaç duyabiliriz, öyle değil mi?

Güçlü istek

Ne olursa olsun, bir şeyin çözümü için onu istemek zorundayız. İstersek bu bir engelimiz olsun, istersek gireceğimiz bir sınav veya yapacağımız bir iş. Muhakkak güçlü bir istek duyuyorsak, onun sonunda daima bir çözüm vardır. Birileri bir türlü bize yardım eder.

Şimdi anlıyor musunuz Berna’nın niye engelinin hiç üzerinde durmadığını? Çünkü o ne olursa olsun yaşamda bir çok şeyi yapmak için içinde güçlü bir istekle yaşıyor ve sonunda da sağlam insanların bile yapmaya cesaret edemediği işlere giriyor. Denizin dibine dalmak, dağlarda kayak yapmak gibi. Hem de ülkemizdeki insanların çoğunun engelli insanlara bakış açıları ve onların engellirini artırmak için yarattıkları tüm olumsuz koşullara rağmen…