LONDRA PARALİMPİK OYUNLARI’NDAN NOTLAR
Paralimpik Oyunları 9 Eylül’de yapılan kapanış töreniyle sona erdi. Biz, sizlerle oyunların perde arkasında yaşananları paylaşacağız. 29 Ağustos’ta yapılan açılış töreni, hazırlanış ve sunuş bakımından biraz uzun da olsa mükemmeldi. Unutulan tek şey, 11 derecelik soğuk havada 4200’den fazla engelli sporcunun, törenler sırasında, stadyumda bekletilmeleriydi. Nitekim Amerikalılar, kış oyunlarına gider gibi kalın montlar ve yün başlıklar ile seremoniye çıktılar. Bizce, organizatörlerin açılış törenindeki en büyük yanlışı buydu. Özellikle tekerlekli sandalyeli ve ampute sporcuları saatlerce o soğukta ayakta veya sandalyelerin üzerinde bekletmek…
Açılış töreninde kimler yoktu ki?
Açılış törenine Avustralya Genel Valisi, Avusturya Devlet Başkanı, Kolombiya First Leydi’si, Ekvador Başkan Yardımcısı, Almanya Cumhurbaşkanı, Kenya Başkan Yardımcısı, Mauritius Başkan Yardımcısı, Meksika’nın First Leydi’si, Portekiz Başbakanı, Rusya Federasyonu Başbakan Yardımcısı, Suudi Arabistan’dan Prens Muhammed Bin Navaf, İspanya Başbakanı, İsviçre Devlet Başkanı, Ukrayna Başbakan Yardımcısı’nın yanı sıra Monaco’dan Prens Albert II ve üst düzey temsilcileri ile Kraliçe Elizabeth katıldı. Açılışı bizzat Kraliçe yaptı.
Ülkemizden ise;
1-Sayın Cumhurbaşkanımız rahatsızlığı nedeniyle gelemeyeceğini bildirmişti.
2-Sayın Başbakanımız olimpiyat açılışına katılmıştı. Ama 2020’ye aday olmamız dolayısıyla, önem arz eden bu açılışa katılmasının uygun olacağı kendisine anlatılmamış olacak ki, o da gelemedi. Başbakanımız, konu kendisine anlatılsaydı, 3-4 saatliğine de olsa eminiz Londra’ya gelirdi.
3- Sayın Spor Bakanımız açılıştan 1 hafta sonra Londra’ya geldi. 2020 İstanbul Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları adaylığımız dolayısıyla, devlet büyüklerimizden 1 veya 2’sinin bu açılış töreninde bulunması herhalde çok uygun olurdu. Umarız Sayın Başbakanımız bir an önce 2020 adaylığı ile ilgili çalışmaları denetler ve bu oyunları ülkemize kazandırırız.
Medeniyet dedikleri şey
Londra Olimpik Stadyumu’nun seyirci kapasitesi 80 bin. Burada atletizm yarışmaları yapılıyordu. Hafta arası sabah seansında, yaklaşık 75 bin kişi her gün stattaydı. Akşam seanslarında pek oturacak yer yoktu. Şöyle bir baktık, insanlar çocuklarını alıp yarışları izlemeye gelmişler. Tabii ki İngiliz atletler tezahürattan en büyük payı aldı. Ama yenen ve yenilen tüm sporcular da tribünlerden gerekli alkışı aldılar. Galiba medeniyet dedikleri şey bu olsa gerek.
Daha önce de bu sütunlarda yazmıştık. Goallball, voleybol sahası büyüklüğünde bir alanda 3’er kişilik takımlarla, içi çıngıraklı bir topla oynanan görme engelliler sporu. Bulunduğumuz kapalı salon 6 bin kişilik ve tek boş yer yoktu. Türkiye ile İngiltere oynuyor. Sporun özelliği gereği, görme engelli sporcular topun yönünü saptamak bakımından içindeki çıngırağın sesini takip ettiklerinden, salonun sessiz olması lazım. Oyun sırasında bir tek kişi ne konuşuyor, ne de gürültü yapıyor. Aralarda milli takımlarını destekliyorlar, milli takımımız gol attığı zaman hiç değilse salonun yarısı onları alkışlıyor ve milli takımımız maçı 7-1 kazanıyor. Salondan çıkarken karışık duygular içerisindeyiz, “Bizim spor seyircimiz
ne zaman bu olgunluğa ulaşır” diye!
‘Ben çaldım, ben oynadım’
Paralimpik Oyunları süresince birçok Ulusal Paralimpik Komitesi çeşitli davetler verdi. Bunların en önemlilerinden biri ise, İngiltere Spor Bakanlığı’nın verdiği kokteyldi. Buraya sadece dünyadaki Paralimpik Komitelerinin Başkan ve Genel Sekreterleri davetliydi ve “Davetiyeleri olmayanlar içeri giremeyecekler” şeklinde bildirimler yapılmıştı. Biz de Genel Sekreterimiz İbrahim Gümüşdal ile birlikte kokteyle gittik. Kokteylin yapıldığı yerde en fazla 100 kişi vardı. Bunun 70 tanesi de İngiliz. Sonra Paralimpik Komitesi başkanları, daha sonra Spordan Sorumlu Bakanları kürsüye çıkıp dakikalarca konuştular. Yani kendileri çaldı, kendileri oynadılar. Bu tip organizasyonlarda özellikle yabancı ülkelerin katılımının önemli olduğunu unutmuşlardı.
3 bin gönüllü
Paralimpik Oyunları sırasında 3 bin gönüllü görev aldı. Anlatılanlara göre, bu gönüllülerin olimpiyat oyunlarındakinden pek farkı yoktu. Bize verilen arabanın şoförü, 8 gün bizi gideceğimiz yerlere bazen 2 saate varan (yanlış yollara sapmak dolayısıyla) gecikmeyle götürdü. Sonra kendiliğinden “Ben bu işi yapamıyorum” dedi ve gitti. Ayrılırken söylediği şu sözler ilginçti: “Bu benim ülkemin hatası. Bizi eğitmediler. Sizlerden çok özür diliyorum.” Diğer ülkelerle yaptığımız görüşmelerde de benzeri olayların çok sık yaşandığını gördük. Demek ki “Dereyi geçip çayda boğulmak” sözü de hâlâ geçerliliğini koruyor.