Resmi yazışmalar
Resmi yazışmalar Posta
Yavuz Kocaömer Posta
Herhangi bir devlet kurumu kendine bağlı birimlere bir yazı gönderdiğinde mektubun sonuna “gereğini rica ederim” yazar, sonra da isim ve imza gelir. “Saygılarımla, dostane selamlarımla vb.” gibi bir ifadeye rastlayamazsınız. Çünkü, bizdeki devlet anlayışında üstün asta saygı gösterdiğini böyle açıkça belli etmesi doğru olmaz.
Yılların alışkanlığı
Devlet kurumları yıllardır bu tip yazışmalara alışmışlardır. Ancak, bu alışkanlık devletin sivil toplum örgütlerine, şahıslara, özel organizasyonlara yazdığı yazılarda da devam eder. Böylece devletin hangi kademesindeki memur olursa olsun, ilişkide olduğu o sivil toplum örgütüne veya benzeri kuruluşa “devlet olduğunu”, “onun dediği olacağını”, “nerede ise itiraz hakkının bulunmadığını” ortaya koyar.
Batıda durum
Batıya baktığınızda, oradaki devlet kurumları benzeri yazılarda sonunu “saygılarımla”, “dostane selamlarımla” gibi bir cümleyle bağlar. Bu da devletle özel kurumlar veya devletin kendi içindeki birimleriyle olan ilişkilerinde, o yazıyı okuyanlarca bir rahatlığa, yakın ilişkilerin kurulmasına yardım eder.
Neden böyle?
Geriye baktığımızda, bizdeki uygulamanın hangi nedenlerle yapıldığını anlamak mümkün olmamıştır. Ancak, bu tip davranışların sonunda, devlette çalışan memurların veya devleti belli kademelerde temsil eden yetkililerin “ben devletim” havasına girmelerine yardımcı olduğunu görürsünüz. Unutulan, hiçbir şahsın devlet olamayacağı, devlet yerine geçemeyeceği, devleti kimlerin ne şekilde temsil edeceğinin anayasamızda açıkça belirtilmiş olduğudur.
Bulunduğu makamı sonsuza kadar devam edecek zanneden, hangi kademede görev yaparsa yapsın kendini diğer insanlardan üstün gören bir çok insana ratlayacaksınız. Bu konuda bir ayırım yapmak mümkün değildir. Hatta hangi devlet dairesine giderseniz gidiniz, en küçüğünden en büyüğüne bu alışkanlık yerleşmiştir.
Unutulan nokta
Böyle davranan devlet memurlarının unuttukları nokta ise, maaşlarının o büyüklük tasladıkları insanlar tarafından ödendiğidir. Bu tip davranışlar yerine, ekonomik ortam ne olursa olsun, devletin güvencesi altında bir işleri olduğuna şükredip, daha saygılı ve sevecen davransalar ne kaybederler? Hiçbir şey! Ama gel de bunu onlara anlat.
Bize özgü
Otellerde, büyük iş yerlerinde özel güvenlik elemanlarının ilk ortaya çıktığı zamanı anımsayın. Üniformayı üzerine giyen, kendini “emniyet görevlisi” sanıp nasıl havaya girerlerdi? Zaman içinde aldıkları eğitimle daha saygılı oldular. Demek ki istenirse oluyor.
Nereye kadar?
Bu fani dünya kime kalmış ki bizlere kalacak? Önemli olan, etrafa saygılı, yardımsever ve dürüst bir yaşam sürmektir. Amacımız bu olmalı, yalnız kendimizi değil, etrafımızdaki insanları da düşünerek yaşamalıyız. Bir gün “er veya hatun kişiyi nasıl bilirdiniz” diye sorulma zamanı geldiğinde, orada bulunanların büyük çoğunluğuna, samimiyetle “iyi bilirdik” dedirtmek için çaba göstermeliyiz.
Karşılıklı saygı
Karşılıklı saygıya dayanan insan ilişkileri her türlü sorunun çözümünde ve ilişkilerin geliştirilmesinde ne kadar yararlı olduğu de Batı ülkelerine baktığımız zaman gözükmektedir. Orada devletin varlığı her yerde hissedilir ama bunun için bir hatırlatmaya gerek kalmaz. Yasalara uygun davrandığınızda sizi hiçbir devlet memuru hor görmez, eşit koşullarda tartışır, karşılıklı saygı içinde sorunlarınızı çözersiniz.
Umudumuz, değişen Türkiye’de devlet görevi yaparak halktan toplanan vergilerle emeklerinin karşılığını alan bir kısım devlet memurlarının bu gerçeği görmeleri ve karşılıklı saygının gelişmesine yönelik çalışmaların başlamasıdır.
Sevgiyle saygıyı birbirine karıştırmamak gerekir. Unutulmaması gereken nokta, “Sevgide serbestlik, saygıda mecburiyet vardır.”.