| Posta

SEVENİN KÖLESİ…

Son zamanlarda başta babam olmak üzere , dostlarım ‘’ Olayların üzerine çok gidiyorsun. Kendini çok kaptırıyorsun ‘’ demeye başladılar. Bazıları ise daha da ileri giderek ‘’ Sen mi kurtaracaksın Türkiye’yi ? Neden aynı şeyleri defalarca yazıp kendine düşman ediniyorsun ? Senin bunlara ihtiyacın mı var ? ‘’ diyor.

Türkiye’yi kurtarmak

Benim Türkiye’yi kurtarmak gibi ne bir iddiam olabilir ne de böyle bir şeye gücüm yeter. Ben sadece bu ülkede engelli insanlara yapılan haksızlıkları , yanlışlıkları ortaya koyup kamuoyunu bilgilendiriyorum. Bu arada bir-iki yanlışlığı da düzeltebilirsem , kendimi bu dünyadaki en mutlu insanlardan sayıyorum. Doğrudur. Yazdıklarım yüzünden sahtekarlık yapan dernek başkanları , engellileri istismar eden engelliler , kendilerine kişisel çıkar sağlamak isteyen engelli insanlar, görevini yerine getirmeyen devlet memurları, yasaları çiğneyen devlet kurumlarının başındakiler beni sevmezler. Sevmeleri için bir neden de yok. Ama bu saydıklarımız koskoca Türkiye’de 50 – 100 kişiyi geçmez. Onların dışında bizi seven , inanan, dua eden binlerce insanın duaları ile yaşıyoruz. Bayramlarda engelli okurlarımız ve onların yakınları tarafından gönderilen el örgüsü çoraplar, atkılar, okunmuş yemeniler, evde yapılmış reçeller, turşular bunların en basit göstergesi.

Hıncal Uluç

Bir süre önce Hıncal Uluç bir gazetede çıkan söyleşisinde şöyle diyordu: ‘’Gazetecilerin bazı meseleleri sahiplenmesi ve çözümlenene kadar üzerine gitmesi gerektiğine inanıyorum. İğne ile kuyu kazdığımı biliyorum. Ama bir kişiye faydam olsa mutlu bir adamım’’ . İşte biz de Hıncal Usta ile aynı duyguları taşıyoruz. Meslekten gazeteci değilim ama Hıncal Uluç’un söylediklerini bilmeden yapıyormuşum meğer. İşin esası , hangi meslekten olursanız olun, insanın işini layıkıyla yapmasıdır. Madem ki bu köşe bana ayrılmış, bu gazete bu olanakları sunmuş, dolayısıyla benim de görevimin ( bu yazdıklarım için hiçbir ücret almasam da ) insanlara hizmet olduğunu sanıyorum. Bu ülkede engelli insanlar ile ilgili yapılan yanlışlıkları kamuoyuna aktarmayı , bir kısmının düzeltilmesine yardımcı olmayı görev saymam gerekir diye düşünüyorum. Bunları yaparken de bir insanı bile ikna edebilirsem kendimi mutlu hissediyorum.

Washington’daki profesör

Bundan 7-8 yıl önce , bir iş için Washington D.C. ‘de bulunduğum sıralardı. Kaldığım otele çok yakın başka otelde profesörün ‘’Engelliler ve Toplumsal Yaşama Uyum ‘’ adlı bir konferans vereceğinin ilanlarını gördüm. Hemen kaydımı yaptırdım. Ancak o gece Washington’da belki de son 100 yılın en büyük kar felaketi yaşandı. Ertesi gün devlet daireleri , bankalar her yer kapalıydı. Washington’da hayat bitmiş durumdaydı. Buna rağmen, yakın olması dolayısıyla sabah kalkarak konferansa gittim. 500 kişilik salonda tam 17 kişiydik. Kahve molası verildiğinde profesörün yanına yaklaşarak Türkiye’den geldiğimi, engelliler konusuyla ilgilendiğimi anlattım. Ve ‘’ Sizin adınıza üzüldüm. Keşke hava böyle olmasaydı da bu salon dolsaydı , çok daha iyi olurdu‘’ dedim.

Profesörün cevabı

Yaşlı Amerikalı profesör elini omzuma koyarak ‘’ Hiç üzülmeyin. Ben, bir insanı bile engelliler konusunda ikna edebilirsem kendimi bu dünyadaki mutlu insanlardan biri sayarım. Lütfen şimdi yerinize geçiniz ve ikinci yarıda beni dikkatle dinleyiniz ‘’ dedi. Bu konuşma bana ders oldu. Ondan sonra konferans vermeye gittiğim üniversitelerde , okullarda, şirketlerde katılımcı sayısına hiç bakmadım. Önemli olan , az sayıda da olsa , gelen insanların içinden birkaç tanesini engelli insanlara destek olmak için kazanmaktı.

En çok kızdıklarım

Son beş yılda, uzun süredir görüşemediğim bir çok ortaokul , lise ve üniversite arkadaşımla Posta Gazetesi sayesinde yeniden karşılaşma ve görüşme imkanım oldu. Arkadaşlarımın bir kısmı , yolda, sinemada , bir alışveriş merkezinde karşılaştığımızda ‘ Yavuzcuğum, gazetelerden , televizyonlardan takip ediyorum. Çok hayırlı bir iş yapıyorsun, seninle gurur duyuyorum ‘’ gibi laflar ederek boynuma sarılıyorlar. Çoğunu belki 30 yıldır görmemişim. Ve sonra vedalaşıp gidiyorlar. O zaman onlara içimden ‘’ İyi de kardeşim , madem bu kadar senelik arkadaşız, sen de iş güç sahibi olmuşsun ya da büyük bir şirkette yöneticisin veya kendi işini kurmuşsun. Bana da bu kadar güvenip yaptığım işleri takdir ediyorsan, şu çorbada senin de bir tuzun bulunsa ne olur?‘’ diye haykırmak istiyorum. Onlar sadece lafla beni takdir ederek uyuttuklarını zannediyorlar.

Saygıda mecburiyet

Dikkatinizi çekmiştir. Bir devlet kurumundan herhangi bir vesile ile yazı aldığınız zaman , altında ‘’Gereğini rica ederim ‘’ yazar , isim ve imza vardır. ‘’Dostane selamlar, saygılarımla, hayırlı işler dilerim ‘’ şeklinde bir cümleye rastlamazsınız. Bu Osmanlı’dan gelen , devletin o ülkede yaşayanları vatandaş kabul etmeyip tebaa olarak görmesinin bir sonucudur. Ama aynı mektupları yazan devlet memurları , valiler, müsteşarlar bir televizyona canlı yayına çıktığı zaman , gerek telefonla, gerekse bizzat katılarak olsun , ayrılırken programın sunucusuna ‘’ İyi akşamlar, saygılar ‘’ demeyi ihmal etmezler. Bundan bir süre önce İstanbul Valisi Muammer Güler’in telefonla katıldığı bir canlı yayında atv Ana Haber Bülteni’ni sunan Ali Kırca’ya yaptığı gibi .

Batı’ da ki durum

Batı’da ise durum tam tersidir. Bir devlet dairesinden mektup aldığınızda altında muhakkak ‘’ Saygılarımla’’ ya da ‘’ Dostane selamlarımla ‘’ gibi bir ibare görürsünüz. Ülkemizde de bu böyle devam ettiği sürece devletle vatandaş arasında hep sanki bir sınıf farkı varmış gibi hissedilecektir. Bu köşeye yazı yazan, açıklama gönderen bazı devlet memurları da onların maaşlarının bizlerin verdiği vergiler ile ödendiğini unutup ‘’ Gereğini rica ederim ‘’ diye yazarlar. Sanki bu gazete onların başında olduğu kurumun bir şubesiymiş , bu köşenin yazarı da onların bir memuruymuş gibi. Sonra gün gelir , görevleri biter, emekli olup , etrafta dolaşmaya başlarlar. Her konuştuklarına da ‘’Hürmetler ederim, saygılar ‘’ derler. Aslında bu , hangi kademede olursa olsun devletimizin memurlarının kabahati değildir. Bugüne kadar gelen alışkanlığın bir sonucudur. Bugünkü hükümetimize düşen şudur : Bir genelge ile devlet memurlarının bu ülkenin vatandaşlarına saygısı göstermesini sağlanmalıdır. ‘’Saygılarımla, selamlarımla ‘’ kelimelerinin kullanılma alışkanlığının getirmesinin önemi büyüktür. Bu devlet – vatandaş ilişkilerinin yumuşamasına katkı sağlar.

Sevenin kölesi …

Biz , doğru bildiklerimizi kimseye hakaret etmeden , elimizdeki belgelere, kanıtlarımıza dayanarak bu sütunlara taşımaya devam ederiz. Saygıda mecburiyet, sevgide serbestlik olduğunu unutmayız. Ve kim ne derse desin, şairin dediği gibi ‘’ SEVENİN KÖLESİ , SEVMEYENİN SULTANI ‘’ oluruz.

DUYURU

Cuma günleri satışa sunulan Tempo Dergisi önderliğinde ‘’ Engeller Kaldırılsın’’ adlı bir kampanya başlatıldı. Siz de bu kampanyaya katılmak isterseniz dergiyi takip edin.

Güzel Söz

Dürüst olmak = Yalnız kalmak. Max Frisch

KULÜP TANITIM KÖŞESİ

” Haydi Eskişehir ’li engelli gençler , spor yapmaya “diyoruz ve bu hafta size Eskişehir ’deki Engelli Spor Kulübü’nün iletişim bilgilerini veriyoruz. Eskişehir Engelliler Spor Kulübü Vişnelik Mah. Manolya Sokak Caner Apt. No. 2 ESKİŞEHİR

Tel : ( 0222 ) 224 18 14 / ( 0 536 ) 478 66 84 / ( 0 505 ) 262 48 94Faks : ( 0222 ) 233 42 65 Ana spor branşları : Basketbol, bilek güreşi, yüzme

İlgili: Cevdet Mansız – Süleyman Gültekin