YAŞAYAN BİLİR (1)
YAŞAYAN BİLİR (1) Posta
Yavuz Kocaömer Posta
Bu yazım 11 Kasım 2002 tarihinde yine bu sütunda yayınlanmıştı. Ama sizlerden o kadar çok istek geldi ve yazıyı okuyamayanlar TESYEV’in internetteki www.tesyev.org’da sitesinde o kadar çok istekte bulundu ki gazetemiz yazıyı bastırıp isteyenlere gönderdi. Ancak yine de talepler kesilmedi. Biz de yazıyı tekrar yayınlamaya karar verdik. Önümüzdeki hafta “Yaşayan Bilir (II)” de buluşmak üzere …
Yaşayan Bilir Ağabeyim hiç yürümedi. Oturamadı da. Hiçbir zaman, herhangi bir şeyi bir yerden alıp bir yere koyamadı. 22 yıl böyle geçti. Ama son senelerine kadar ara sıra umutsuzluğa düşse bile, hep hayata bağlıydı. Okula gidemedi ama yattığı yerde eve gelen öğretmenlerden okumayı öğrendi. Pırıl pırıl bir zekası vardı ve olaylar karşısında çoğu insanda bulunmayacak bir mantık sergilerdi.
İş Bankası O zamanlar babam Türkiye İş Bankası’nda arkadaşlarıyla birlikte kurduğu TİBAŞ Sendikası’nda çalışanlar yararına bir mücadeleye girmişti. 1960’lı senelerde , o günün koşullarında Türkiye’de sendika kurmak , hem de bir yandan aynı kuruluşta görevli olmak çok da kolay değildi. Bugünkü sendikal özgürlüklerin ve toplum baskısının o günlerle kıyaslanması mümkün bile değildi. TİBAŞ’ın kuruluşundan hemen sonra ilk toplu sözleşme hazırlıkları yapılıyor, bunun için de babam neredeyse her gece 12.00’de, 01.00’de eve gelmek zorunda kalıyordu. İlk defa yapılacak bir toplu sözleşmenin olanakları, çalışanlar için istenecek haklar konusunda arkadaşları ile beraber mesai saatinin bitiminden sonra çalışmak zorunda kalıyorlardı. Annem bu durumdan çok şikayetçiydi. Evdeki huzursuzluk artıyor, iş neredeyse kopma noktasına geliyordu.
Dikkat et anne !Bir gün yine böyle annemle babam tartışırken ağabeyim lafa girdi ve aralarında şöyle bir konuşma gerçekleşti : – Baba, İş Bankası’nın kaç çalışanı var? • 10-11 bin civarında. • Anne biz bu ailede kaç kişiyiz ? • 5 kişiyiz oğlum. • O zaman anne dikkat et, bu adamın üzerine fazla gitme, 11 bin kişiye karşı 5 kişi. Fazla üstelersen bizi bırakır gider ve de haklı olur. O gün bu konu bir daha açılmamak üzere kapandı. Ve babam da rahat bir şekilde sendika çalışmalarına devam etti. Annemden de gerekli anlayışı gördü.
Evin hakimi ! Evimizde onun dediği olurdu. Ben de engelli bir kardeşle yaşamanın zorluklarının yanı sıra, bu durumdan faydalanıp, ne zaman bir maça gitmek istesem, ne zaman arkadaşlarımla dışarı çıkmak istesem annemin o bitmez tükenmez “hayır” larını her defasında ağabeyim vasıtasıyla “evet” e çevirirdim. Çevresindeki insanlara çok adil davranır, mahallemizdeki fakirlerin bir anlamda koruyuculuğunu yapardı.
Giyilmeyen ayakkabılarBayramlarda veya bana yeni bir ayakkabı alındığında, annem sırf üzülmesin diye, giyememesine rağmen ona da aynı çift ayakkabı alır ve dolaba koyardı. Bir müddet sonra bu ayakkabılar birikir ve mahalledeki fakir çocuklara dağıtılırdı.
ŞiirleriBu arada şiir de yazmaya başladı. Bu şiirlerinde Atatürk’e , sevgililerine ve kendi durumuna ait konuları işlerdi. Askerlik yoklamasına çağrıldığı gün, aşağıdaki dörtlüğü yazmıştı:
Vatanım, topraklarında yaşadım ,hürümSana hizmet edemedim üzgünümNe olsa ben de bir Türk’ümYok başka söylenecek bir sözüm
Sonra ısdıraplarının arttığı zamanlarda, umutsuzluğa kapıldığı günlerde ise babamı yanına çağırarak şu şiiri dikte ettirmişti:
Artık ağrıma gidiyor bu hayatÖmrümde almadım şu hayattan bir tatYıllardır arkadaşım olan yatak Artık rahatsız ediyor, her tarafıma batarakHayatımda atamadım bir tek adımŞimdi ölüm benim en büyük muradım
Oğuz 22 yaşında vefat ettiğinde belki de çektiği ısdıraplardan kurtulmuştu. Bu satırları yazarken ağlamıyorum. Sadece ağabeyimi çok özlediğimi hissediyorum. Onun yaşadıklarının küçük bir bölümünü sizlerle paylaştığım için mutluyum. Bir de hala “Yavuz Kocaömer niye bu kadar zaman harcıyor? Ne çıkarı var? Falanca yere başkan mı olmak istiyor? Yoksa politik düşünceleri mi var?” diye atıp tutanlara bir şeyler anlatmaya çalıştım. Bu ülkede doğruları yazmanın ve anlatmanın çok zor olduğunu bile bile.
sonu