GÜN
SAAT
DAKİKA
SANİYE
| Posta

YAŞAYAN BİLİR (III)

Sizlerle geçtiğimiz haftalarda ‘’Yaşayan Bilir 1‘’ ve ‘’Yaşayan Bilir 2‘’ adlı yazılarımızı paylaşmıştık. Bu hafta köşemizde ‘’Yaşayan Bilir 3‘’ü okuyacaksınız…

Ağabeyim Oğuz’la ilgili ikinci yazımdan sonra sizlerden ‘’Üçüncüyü ne zaman yazacaksın ? Hadi Oğuz’un hayatını yazsana‘’ diye çok sayıda telefon, e-mail ve faks aldım. 22 yıl yatağa mahkum yaşanmış bir hayat. Ama onun hayatından çok, insanlık anlayışıyla ilgili yazacak çok şey var. Sevgi dolu bir kalp. O insanları sevdiği kadar hayvanları da çok severdi. Sevgi dolu, geniş bir yüreği vardı. Sıkı bir Fenerbahçeliydi. Ben de iyi bir Galatasaraylı. O dönemde ülkemizde televizyon olmadığı için, Fenerbahçe maçlarını bugün hala evimde özenle sakladığım RCA marka, o döneme göre çok modern bir radyodan dinlerdik. Annem de masanın bir tarafını sarı – kırmızı, diğer tarafını sarı – lacivert kağıtlarla süsler, rekabeti kızıştırırdı. Fenerbahçe galip geldiği zaman hem sevinir, hem de ben fazla üzülmeyeyim diye sevincini çok belirtmekten kaçınırdı.

Hayvan dostu

Evimiz ve küçük bahçemiz o günkü koşulların elverdiği oranda her türlü hayvana açıktı. Kediler, köpekler, tavuklar, kuşlar, belli bir zaman sincap, yine bir süre bir papağan bizlerle beraber yaşadı. Hele küçük odadaki kanaryaların sayısını ben bile hatırlamıyorum. Onlar yuvalarını kurar, yeni yavrular dünyaya geldiğinde Oğuz büyük bir keyifle rahmetli anneanneme onların nasıl besleneceğini söylerdi. 16 Nisan 1966‘da, anne kanaryalardan biri ölünce aşağıdaki şu dörtlüğü yazmıştı.

Ana kuş

Kurduğun yuvan sensiz artık boş,

Senin hasretinden eşin oldu sarhoş,

Üç yavrun perişan kaldı,

Yaradan seni erken aldı.

Evin hakimi

Evde onun dediği olurdu. Sahip olduğu üstün bir zeka ve nereden öğrendiğini bugün bile hala anlayamadığım, içinden gelen bir idarecilik, yöneticilik duygusuyla kimseyi kırmadan, evde gerek gördüğünde bizlere karışırdı. Annem o zamanlar benim futbol maçlarına gitmemi pek istemez, Oğuz her defasında ‘’Bırak şu çocuğu. Biz gidemiyoruz bari o gitsin‘’ diye benim yanımda yer alırdı.

Yaşama bağlılık

Oğuz yaşama çok bağlıydı. En ızdıraplı, ağrılardan kıvrandığı günlerde bile hep bir umutla düzeleceğini düşünürdü. Ankara’da beyninden, İstanbul’da omuriliğinden geçirdiği iki ağır ameliyat bile onu ümitsizliğe sevk etmedi. Her ne kadar o ameliyatlar büyük bir fayda sağlamadıysa da… Biraz keyfi yerinde olduğunda, ağrıları olmadığında, ‘’Allah’ım yaşamak ne güzel şey. Sana binlerce şükürler olsun. Bugün çok iyiyim’’ diye dua eder, daha sonra evdeki hayvanlarıyla ilgilenirdi.

14 yaşında yazdığı aşağıdaki şiir, belki de onun içindeki düşüncelerin, kendi kendine verdiği savaşların dışarıya vurmasıydı.

Dünya işleri

Kimi geldi diye sevinir

Kimi gitti diye üzülür

Kimi hayal kurup düşünür

Kimi hasta olur, yatakta sürünür

Kimi koşar, yürür, sevinir

Kimi yürüyemez, düşünür

Kimi aşık olur üzülür

Kimi deli olur tımarhanede sürünür

Kimi karnem zayıf diye üzülür

Kimi diploma aldım diye sevinir

Kimi ekmek parası düşünür

Kimi şoför, kimi memur, kimi arabacı

Hepsi düşünür, üzülür,

Sevinir bu dünyada

Onunla ilgili anılarımı toparlarken, babamın o zamanki arkadaşlarından, İş Bankası müdürlerinden Salih Erden’in eşi, ağabeyim Oğuz’un ölümünden 3 gün sonra 18 Eylül 1967‘de bir yazı yazmıştı. Türkan Erden’in ağabeyimi tanımadan yazdıklarını sizlerle paylaşmak istedim.

‘’Bir Oğuz Varmış…‘’

’’Bazı olaylar fazla etkiliyor insanı. Seni tanımıyorum, kadere inananlardanım, mukaddermiş seni anlattıkları kadar tanıyıp tanıdıklarından daha çok yanmak… Beşerin en büyük zaafı. İnanmak istemiyoruz, doğduk öleceğiz… Değişmez kaide bu. İnan, belki haksızlık ediyoruz. Yaşaman büyük ıstırapmış. Maddi acıların derin, manevi üzüntülerin sonsuzmuş… Ama sen karşılıksız seven, almadan vermesini bilen, ender olgun insanlardanmışsın. Istırabın, acıların isyan değil, sevgi,saygı, iyilik olmuş etrafı. ’’Oğuz’la desteğimi kaybettim, yapamam‘’ diyordu baban. Anadoluhisarı’nda bir sevgi halesi olmuş, kendine bağlamışsın insanları, tanımayan, seni bilmeyen insanlar yasını paylaşmağa koşuyor. Neden, niçin ? Bilmem. Herkese göre ayrı bir izah şekli vardır herhalde bunun. İnan ben de merhamet diyemiyorum, sana acımak gelmedi, gelmiyor içimden… Bu çok daha ulvi, çok daha derin bir his, belki dostlarının tanıdığı, benim bilmediğim gülüşünle bana da güler, o keskin zekanla yapardın bunun izahını… İnandım, evliyalar da böyle ermiş mertebesine… Efsaneler de böyle doğmuş… Bir zamanlar Anadoluhisarı’nda bir Oğuz Varmış..’’

İşte Oğuz’u şahsen tanımayan ama çevresinden duyduklarının etkisi ile duygularını kağıda döken Türkan Erden Hanım’ın yazdıkları böyle. Oğuz yalnız yaşarken değil, öldükten sonra da insanlara hizmete devam ediyor. O olmasaydı, o ıstırapları çekmeseydi, ben bugün engelli insanlarımıza nasıl bu kadar yakın olabilirdim ki? Atalarımız ‘’Ateş düştüğü yeri yakar‘’ diye boşuna dememişler.

GÜZEL SÖZ Uzun yaşamak için değil doğru yaşamak için çalışıp çabalamalıyız/ Seneca