YAŞAYAN BİLİR ( 2 )
Ağabeyim Oğuz’la ilgili anılarım tabii ki çok. Bu hafta size ilginizi çekeceğini umduğum bir iki tanesini aktaracağım. Gönen’den dönüş
Sene 1956. Ailem, ağabeyimin engeli dolayısıyla çaresiz. Tıbbi olanaklar bugünkü kadar gelişmiş değil. Rahmetli anneannem bir arkadaşının tavsiyesi üzerine, iyi gelir diye ağabeyimi alıp Gönen’e kaplıcalara gitti. Yaklaşık bir hafta sonra gece yarısı bir takım gürültüler duyarak uyandım. Oturduğumuz iki katlı ahşap evin üst katındaki pencereden baktığımda anneannemi , ağabeyimi kucaklamış taksiden inerken gördüm. Bir haftadan fazla bir süre kaldıkları kaplıcalardan dönüyorlardı. “Ağabeyim gelmiş” diye uyku sersemi merdivenlerden aşağı koştum. Ama ne koşmak! Aşağı kata vardığımda kafam gözüm yarılmıştı. Bugün düşünüyorum da keşke ağabeyim yaşasaydı da benim kafam, gözüm ara sıra yarılsaydı. Ama zamanı geri döndürmek mümkün olmuyor. İçinizden bir çoğunun benzeri konularda aklından geçtiği gibi, benimki de giden yakınımın ardından bir özlem ifadesi. Prof. Dr. Tarık Minkari
Sene tahminen 1964. Ağabeyim çok hasta. Midesine giren kramplar artık ağabeyimi nefes alamayacak durumu getirmiş. O zamanlar Anadoluhisarı’nda oturuyoruz. Boğaz köprüleri de henüz yok. Taksiye binip, arabalı vapurla karşıya geçtik ve Teşvikiye Sağlık Evi’ne geldik. Gecenin bir saati rahmetli Prof. Dr. Tarık Mimkari evinden geldi, ağabeyimin filmini çekti. Bugün kapanmış olan Teşvikiye Sağlık Evi’nin girişindeki odada babama “Cahit Bey , bağırsaklar düğümlenmiş. Hemen ameliyat eder bu sıkıntıyı gideririm. Ancak hasta kendine geldiğinde aşırı kasılmalar dolayısıyla dikişler patlar. Bunu önlemek için de çok uzun süre uyutmamız gerekir. Bunun da başka yan etkileri olur. Sabaha çıkma şansı tıbben yüzde 10’dur. Siz babasısınız , karar sizin” dedi. Bunun üzerine babam da “Hocam, Oğuz yukarıda. Ben bu konuda karar veremem. Kendi karar versin” deyince hep birlikte ağabeyimin yanına çıktık. Durum kendisine anlatıldığında : “Artık yeter. Gelin helalleşelim . Bu kadar sene size de çektirdim, kendim de çok çektim. Bana sakinleştirici iğne yapın. Bu gece uyuyayım, bu iş bitsin” dedi ve ameliyat olmayı reddetti. Yapılan iğne ile kısa bir süre sonra uyudu. Biz sabaha kadar hastanede bekledik. Sabah uyandığında düğümlenmiş denilen bağırsaklar açılmış ve normal işlevine başlamıştı. Ağabeyim yeniden hayattaydı. İç organlarının deformasyonu dolayısıyla, belki de o günün teknik koşullarının da etkisiyle tıkanmış olan bağırsaklar düğümlenmiş olarak gözükmüştü. Sevinçle birbirimize sarıldık ve ondan sonra ağabeyim dört yıl daha çok mutlu bir hayat yaşadı.
sonu Prof. Dr. Bülent Tarcan
Oğuz 16 yaşındayken kasılmaları çok artmıştı. Bırakın yürümeyi, oturmayı rahat yatamayacak duruma gelmişti. Rahmetli Prof.Dr. Bülent Tarcan kendisini omuriliğinden ve boynundan ameliyat ederek vücudunun bir tarafına rahatlama gelmesini sağladı. Ondan sonraki senelerini nispeten daha az kasılarak hatta desteklerle koltuğuna bağlanmak suretiyle oturarak geçirdi. Öldüğü gün
1967 senesinin yazıydı. Oğuz yine çok hastaydı. Çok ısdırap çekiyor, eve gelen doktorlar çaresizlik içinde kıvranıyordu. Babam “Sen Suadiye’ye arkadaşına git. Bir kaç gün orada kal. Biz sana haber veririz” diyerek beni evden uzaklaştırdı. O akşam, bugün yerinde yeller esen Suadiye Yordan Pastanesi’nde otururken birden karşıma Anadoluhisarı’ndan mahalle arkadaşlarım Refik (Bürge) ve Nuri (Göksel) çıktı. “Ne arıyorsunuz burada?” diye sorduğumda “Seni görmeye geldik. Hadi bu akşam gidip biraz gezelim” dediler. “Olmaz , Oğuz hasta” dediğimde “Biz babanla konuştuk. Oğuz’un durumu çok iyi , siz Yavuz’a arkadaşlık edin , beraber bu akşam gezin diye bizi gönderdi” cevabını verdiler. Birlikte arabalı vapurla karşı tarafa geçip biraz gezdikten sonra Okmeydanı’ndaki kışlık evimizde geceledik. Sabah erkenden kalkıp Anadoluhisarı’na gitmek üzere yola çıktık. Kabataş’tan arabalı vapura binerken aldığım Milliyet Gazetesi’ni karşımda oturan Nuri , “Bırak şu gazeteyi , sabah sabah biraz yüzünü görelim” diyerek elimden aldı ve denize attı. Üsküdar’a geldiğimizde “Dolmuşla gidelim , daha çabuk varırız” diye ısrar etmeme rağmen “Masrafa gerek yok , otobüse binelim” dediler. Hisar’a gelmiştik. Ayrılırken Nuri boynuma sarılarak “Yavuz , evde kötü bir şey olmuşsa kendine hakim ol” dediğinde gerçeği anladım. Oğuz ölmüştü ve bunu benden saklamışlardı. Arabalı vapurda elimden alarak yırtıp denize attıkları Milliyet Gazetesi’nde de Oğuzun ölüm ilanı vardı. Can dostum arkadaşlarım bana bir türlü veremedikleri o kötü haberi geciktirmek için dolmuş yerine otobüsü tercih etmişlerdi. Nuri’nin o sözlerinden sonra evimize olan 300-400 metrelik mesafeyi nasıl koştuğumu, eve nasıl girdiğimi bugün dahi hatırlamıyorum. Yazıklar olsun size
Ağabeyim yürüyemiyor, tekerlekli sandalyeye oturamıyordu. Mahallemizdeki marangozlar sokağa çıkabilmesi için ağabeyime tekerlekli yatak yapmıştı. O zamanlar ben 14-15, Oğuz’da 16-17 yaşlarındaydı. Mahalle arkadaşlarımla birlikte Oğuz’u arabasına yatırarak Küçüksu çayırına doğru gezmeye çıktık. O zamanlar bir mesire yeri olan Küçüksu’da bizi gören bazı yabancı çocuklar, ağabeyimin yatağının etrafını çevirerek, ona sanki uzaydan gelen bir yaratığı incelercesine bakıyor ve aralarında konuşup şakalar yapıyorlardı. Kendimize yediremedik (şiddete karşı olduğum için bunları utanarak yazıyorum ) ve o gün çocukları arkadaşlarımla birlikte bir güzel dövdük. Eve döndüğümüzde Oğuz, “Arkadaşlarını al, odama gelin” dedi. Ardından “Siz ne biçim insansınız? Şimdi bana doğrusunu söyleyin. Beni tanımasanız ve benim gibi bir insanı görseniz siz de durup dakikalarca bakmaz mısınız? Hatta belki de ileri geri konuşmaz mısınız? Çok ayıp ettiniz. O çocukların günahı yoktu. Bir daha sizinle sokağa çıkmıyorum” dedi. Uzun süre de benimle ve arkadaşlarımla ilişkilerini belli bir çerçevede tuttu. Bugün, yani 44 sene sonra ülkemizde durum çok mu farklı? Yine yolda engelli insanlar gördüğümüz zaman dönüp bakıyor, onların engelleriyle ilgili espriler, benzetmeler yapmıyor muyuz ? Bu insanlık dışı durum ancak Batı’ da olduğu gibi ilkokullarımızdan başlayarak, engelli olmak ve engellilerle ilgili bilgilerin çocuk yaşlarda toplumumuza verilmesiyle, belli bir zaman süresi içinde ortadan kalkabilir.
( Haftaya Yaşayan Bilir 3 ‘ de buluşmak üzere )
Duyuru
‘’ Survivor ‘’ yarışmasını kazanan, Türk spor tarihinde 5 kez olimpiyatlara katılan tek sporcu olan ve şu anda 6‘ncı olimpiyatlara ( 2012 Londra Olimpiyat Oyunları ) gitmek için Amerika‘da çalışan milli yüzücüDerya Büyükuncu ile yapılan söyleşiyi röportajlar bölümünde okuyabilirsiniz.
Güzel Söz Her şeyin yok olduğu anda bile ümit vardır. / Thales