YAŞAYAN BİLİR
Yavuz Kocaömer Posta
Ağabeyim hiç yürümedi. Oturamadı da. Hiçbir zaman bir şeyi bir yerden alıp bir yere koyamadı. 22 yıl böyle geçti. Ama son senelerine kadar ara sıra umutsuzluğa düşse bile hep hayata bağlıydı. Okula gidemedi ama yattığı yerde eve gelen öğretmenlerden okuma öğrendi. Pırıl pırıl bir zekası vardı ve olaylar karşısında çoğu insanda bulunmayacak bir mantık sergilerdi.
İş Bankası
O zamanlar babam Türkiye İş Bankası nda arkadaşlarıyla birlikte kurdukları TİBAŞ Sendikası nda çalışanlar yararına bir mücadeleye girmişti. 1960 lı senelerde, o günün koşullarında Türkiye de sendika kurmak, hem de bir yandan aynı kuruluşta görevli olmak çok da kolay değildi. Bugünkü sendikal özgürlüklerin ve toplum baskısının o günlerle kıyaslanması mümkün bile değildi.TİBAŞ ın kuruluşundan hemen sonra ilk toplu sözleşme hazırlıkları yapılıyor, bunun için da babam neredeyse her gece onikilerde, birlerde eve gelmek zorunda kalıyordu. İlk defa yapılacak bir toplu sözleşmenin olanakları, çalışanlar için istenecek haklar konusunda arkadaşları ile beraber mesai saatinin bitiminden sonra çalışmak zorunda kalıyorlardı. Annem de bu durumdan çok şikayetçi idi. Evde huzursuzluk artıyor, iş neredeyse kopma noktasına geliyordu.
Dikkat et anne!
Bir gün yine böyle annemle babam tartışırken ağabeyim lafa girer.-“Baba İş Bankası nın kaç çalışanı var?”-“10-11 bin civarında.”-“Anne biz bu ailede kaç kişiyiz?”-“5 kişiyiz oğlum.”-“O aman anne dikkat et, bu adamın üzerine fazla gitme, 11 bin kişiye karşı 5 kişi. Fazla üstelersen bizi bırakır gider ve de haklı olur.”O gün bu konu bir daha açılmamak üzere kapandı. Ve babam da rahat bir şekilde sendika çalışmalarına devam etti. Annemden de gerekli anlayışı gördü.
Evin hakimi!
Evimizde onun dediği olurdu. Ben de engelli bir kardeşle yaşamanın zorluklarının yanı sıra, bu durumdan faydalanıp ne zaman bir maça gitmek istesem, ne zaman arkadaşlarımla dışarı çıkmak istesem annemin hep o bitmez tükenmez hayırlarını her defasında ağabeyim vasıtasıyla Evet e çevirirdim. Çevresindeki insanlara çok adil davranır, mahallemizdeki fakirlerin bir anlamda koruyuculuğunu yapardı.
Giyilmeyen ayakkabılar
Bayramlarda veya bana yeni bir ayakkabı alındığında, annem sırf üzülmesin diye, giyememesine rağmen ona da aynı çift ayakkabıyı alır, dolaba koyardı. Bir müddet sonra bu ayakkabılar birikir ve mahalledeki çocuklara dağıtılırdı.
Şiirleri
Bu arada şiirler de yazmaya başladı. Bu şiirlerinde Atatürk e, sevgililerine ve kendi durumuna ait konuları işlerdi. Askerlik yoklamasına çağrıldığı gün aşağıdaki dörtlüğü yazmıştı:Vatanım, topraklarında yaşadım hürümSana hizmet edemedim üzgünümNe olsa ben de bir Türk ümYok başka söylenecek bir sözüm.Sonra ızdıraplarının arttığı zamanlara, umutsuzluğa kapıldığı günlerde ise babamı yanına çağırarak aşağıdaki şiiri dikte ettirmişti:
Artık ağrıma gidiyor bu hayatÖmrümde almadım şu hayattan bir tatYıllardır arkadaşım olan yatakArtık rahatsız ediyor, her tarafıma batarakHayatımda atamadım bir tek adımŞimdi ölüm benim en büyük muradım.
Oğuz 22 yaşında vefat ettiğinde belki de çektiği ızdıraplardan kurtulmuştu. Bu satırları yazarken ağlamıyorum. Sadece ağabeyimi çok özlediğimi hissediyorum. Onun yaşadıklarının küçük bir bölümünü sizlerle paylaştığım için mutluyum. Bir de hala “Yavuz Kocaömer neden bu kadar zaman harcıyor? Ne çıkarı var? Falanca yere başkan mı olmak istiyor? Yoksa politik düşünceleri mi var?” diye atıp tutanlara bir şeyler anlatmaya çalıştım. Bu ülkede doğruları yazmanın ve anlatmanın çok zor olduğunu bile bile.